Genç Karl Marx, bir kez daha Marx’ın görüşlerini ciddiye almaya zorluyor
Bazen insanlığın doğa ve toplum hakkındaki bilgi dağarcığı kısa süre içerisinde kuantum sıçrayışı yapar. Pozitif bilimlerde bu sıçrayışları gerçekleştiren insanlara Galileo, Darwing ve Einstein, sosyal bilimler için de belki Marx ve Engels örnek olarak verilebilir.
Birkaç yıl gibi kısa bir süre içerisinde bu iki adam Alman idealizmini kırıp yerine maddeci temele dayalı bir toplum anlayışı getirerek daha önce benzeri görülmemiş bir fikir devrimi gerçekleştirdiler. Onlar, sınıflar arası mücadelenin tarihin itici gücü olduğunu keşfettiler ve sosyalizmi bir ütopya olmaktan kurtarıp bilimselleştirdiler.
O dönemin şartlarına göre bu devasa başarının önemi tam olarak anca belirli bir süre sonra anlaşılabildi. Marksizm, işçi sınıfının ilk kitle partisi olan August Bebel’in öncülük ettiği Alman Sosyal Demokratik Partisi’nin ve dünyanın başarıya ulaşan ilk işçi sınıfı devrimi olan Rus Ekim Devrimi’nin (1917) fikirsel temeli oldu.
Stalinizm Sovyetler Birliği’ni yok etmiş olabilir ama bugün Marksizm ilginç bir şekilde hiç olmadığı kadar fazla taraftar toplayabiliyor. Küresel ekonomik kriz, sosyal eşitsizliğin tavan yapması, militarizmin günden güne güçlenmesi, Donald Trump gibi aşırı sağ görüşlü liderlerin iktidara gelmesi gibi nedenler birçok insanın Kapitalizm‘in, insanlığı içine soktuğu kördüğümden çıkış olarak Marx’a yönelmelerine neden oluyor. Hatta ve hatta, Marksizm karşıtı insanlar bile sırf bu nedenlerden ötürü zaman zaman bir kez daha Marx’ın görüşlerini ciddiye almak zorunda kalıyor.
Haiti asıllı yönetmen Raoul Peck, Marx’ın fikirlerinin oluşturduğu yılları anlatan bir film çekmeyi düşündü. Yönetmen, işlemek istediği temanın tüm çağlara ait olduğunun farkında ve film ile ilgili yazdığı bir yazıda “Finansal kriz nedeniyle tüm dünyanın acil durum halinde olduğu bir zamanda Karl Marx hiç beklenmedik bir ilgi görüyor” diyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından 25 yıldan fazla süre geçmişken artık “Karl Marx’ın bilime katkılarından suçluluk duymaksızın bahsedebiliriz” diyen Peck, filmin amacını da “bir bilimsel ve politik düşünür olan Marx’ın dünyaya somut olarak kattığı şeyleri keşfetmek” şeklinde açıklıyor.
Marx ve Engels Arasındaki Ortaklık
Genç Karl Marx‘ın (The Young Karl Marx) odaklandığı zaman aralığı çok kısıtlı. Film Marx’ın editör olarak çalıştığı Rheinische Zeitung gazetesinin Mart 1843’de kapatılması hadisesi ile başlıyor ve Komünist Manifesto‘nun yazıldığı 1847 yılı sonunda bitiyor. Bu yıllar Marx’ın ve Engels’in küçük burjuva demokratları ile tüm bağlarını koparıp modern sosyalist işçi hareketlerinin fikri temellerini attıkları yıllar.
Film bu olayları katı bir kronolojik sırayla ve Marx-Engels ortaklığına odaklanarak aktaratıyor. Film ayrıca Marx’ın eşi Jenny von Westphalen ile Engels’in eşi, aynı zamanda İrlandalı bir işçi olan Mary Burns’ün de harekete katkılarına değiniyor. Marx’in ve Engels’in odakta olması filmin gücünü aldığı nokta. Peck, ikilinin birbirine ilham kaynağı olmasını ve geliştirdikleri yakın arkadaşlığı renkli bir biçimde gözler önüne seriyor.
70’li yıllarda Batı Almanya’da öğrenciyken Marksizm ile tanışan Peck, bir “romantik” ve “gizli idealist” olan Marx ile materyalist Engels arasında dönemin Batı Marksistleri arasında yaygın olduğu şekilde bir karşıtlık yaratmaktan çekiniyor. Film Marx’ı “büyük bir materyalist” olarak tanımlıyor ve ikili arasındaki arkadaşlığın devrimsel boyutunu açımlıyor; ikilinin zamanın sömürüye dayalı koşullarını ve küçük burjuva demokratlarının gönülsüzlükleri ile uzlaşmaktan kaçınma çabasını gösteriyor.
Filmin, ormandan odun toplayan insanların (bu eylem o zamanlar cezası olan bir suçtu) katledilmesi ile açılıyor. Marx’ın Rheinische Zeitung‘da yazdığı bir makaleden yapılan alıntı ise şu şekilde: “İnsanlar cezayı görüyorlar ama cezanın niye verildiğini görmüyorlar. Cezanın olup suçun olmamasından korkun, çünkü bunun intikamı alınır.”
Prusya’nın sansür yasaları ile sürekli çelişen yayınlar yapan Rheinische Zeitung‘un kapatılması Marx ve gazetenin kapatılmasından onu ve onun sansür hakkındaki polemiklerini sorumlu tutan Genç Hegelciler arasında şiddetli bir zıtlaşma çıkmasına neden olur.
Marx onlara şöyle der; “Tek düşündüğünüz, kelimeler konusunda hodbinlik yapmak… Siz anca boş edebi incelemeler ve boş siyasi görüşler hakkında boş özetler yazarsınız. Siz, kendinize koyduğunuz adla, Genç Hegelciler ve özgür düşünürler keyfinize bakın! Ben sizin laf çarpmalarınızdan bıktım. Ben sizin iki yüzlülüğünüzden de bıktım. Gazete kapandı işte. Kapansın!”
Marx, bu konuyla ilgili 16 yıl sonra şunları kaleme alacaktır: “1842-43 yılları arasında Rheinische Zeitung‘un editörü olarak çalışırken kendimi maddi konuları tartışmak gibi utanç verici bir pozisyonda buldum. Rheinisch Landtag’ın orman hırsızlıkları ile ilgili görüşleri ve toprak dağılımı… benim ilk kez ekonomi konularına ilgi göstermeme neden oldu.”
Marx, Rheinische Zeitung içerisinde yaygın olan, “Fransız sosyalizminin ve komünizminin içine biraz felsefe ilave edilmiş bir yansıması” olarak tanımladığı siyasi iklime karşı çıkıyor ve bunu “amatörlük” olarak tanımlıyor. Fakat kendisinin önceki çalışmaları “Fransız teorilerinin içeriği hakkında görüşlerini ifade etmesi” için kendisine müsade etmiyor. İşte bu yüzden editörlük işinden ayrılıyor ve olayı hatıratına şöyle not ediyor; “Rheinische Zeitung’un yayımcıları kağıt üzerinde uysal bir politika ile hareket edip karar verilen idam cezasının iptalini sağlayabilecekleri ilüzyonuna kapıldılar. Ben de bunu fırsat bilip işten, halk arenasından ayrılıp kendimi çalışma odama kapattım.”
Filmin ana odak noktalarından birini de Engels’in, ayrıca kendisinin de katip olarak çalıştığı, babasının Manchester’daki tekstil atölyesinde yaşadığı deneyimler ve atölyenin işçilere verilen lojmanlarındaki berbat yaşam koşulları oluşturuyor. Engels, kız arkadaşı Mary Burns sayesinde direkt olarak işçilerin lojmanlarına girebiliyor fakat bu arada bayağı da hırpalanıyor. Burada 1845’de yayımlanan “İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu” adlı kitabı için malzeme topluyor.
Bu kitap yalnızca, Lenin’in deyimiyle “Kapitalizme ve burjuvaziye ağır bir saldırı” değil, Engels’in proletaryanın yalnızca sıkıntı çeken sınıf olmadığını, aslında proletaryanın bu rezil ekonomik durumunun proletaryayı nihai kurtuluşa götürecek itici güç olduğunu ve proletaryanın kendi kendini iyileştireceğini söyleyen ilk kişinin görüşlerini içeriyor.
Film, şu tarihsel doğruya da isabetli bir şekilde değiniyor; Marx’a İngiliz ekonomistlerin klasiklerinin önemini gösteren ilk kişi Engels olmuştur. Marx ile ortaklıklarının başında, Alman-Fransız Yıllıkları’nda yayınlanan “Ulusal Ekonominin Eleştirisinin Satırbaşları” adlı makalesiyle Engels, Marx’ın daha sonra Das Kapital adlı eserinde daha detaylı işleyeceği birçok fikrin öncüsü olmuştur.
İleriki bir sahnede, ki filmin en etkileyici sahnelerinden biridir, Engels, Marx ve Mary Burns Londra’daki bir kulüpte Engels’in iş adamı olan bir arkadaşı ile karşılaşıyorlar. Fabrikasında çocuk işçi çalıştıran bu adam gece vardiyalarının çocukların sağlığını etkilemediğini cesurca söylüyor. Mary Burns, bu adama “Yani diyorsunuz ki sizin sağlığınızı etkilemiyorlar” diye cevap veriyor.
Raoul Peck, Fransa-Almanya-Belçika ortak yapımı olan bu filmin başrolleri için Alman oyuncular seçmiş. August Diehl, anlayışı ve otoriter bir zihni iyi harmanlayarak çok ikna edici bir Marx performansı sergiliyor. Stefan Konarske ise biraz fazla sokulgan bir tarzda etkileyici bir Engels performansı sergilemiş.
Vicky Creps’in aristokrat olmanın getirdiği tüm nimetleri bırakıp bir mülteci ve bir devrimcinin karısı olmayı seçmiş ve bundan hiçbir zaman pişman olmamış Jenny Marx’ı canlandırma tarzı da gerçekten inandırıcı. Hannah Steele, asi ve bağımsız bir İrlanda kadını olsa da filmde ima edildiği gibi Engels ile tanıştığı zamanlarda gerçekten isyancı bir işçi oluşumunun lideri olup olmadığı kesin olmayan Mary Burns’ü oynuyor.
Filmin yardımcı oyuncu kadrosu da iyi seçilmiş. Oliver Gourmet biraz ukala bir Proudhon rolü ortaya koyarken Alexander Scheer sürekli şaşalı konuşmalar yapan sakar bir Weitling ortaya koymuş.
Politik Çatışmalar
Marx ve Engels, tarihe karşı maddeci bakış açılarını Avrupa’yı burjuva ve orta sınıf katmanının temsilcilerinin istekleri ile muhafazakar zanaat ustalarının temsilcilerinin istekleri arasında dönen şiddetli polemikleri ile kasıp kavuran burjuva devriminin gerçekleştiği 1848 yılı civarında oluşturdular.
Film bu çatışmalara gerekli zamanı ayırıyor. Film boyunca aralarında Genç Hegelciler Max Stirner ve Bruno Bauer’in, Alman-Fransız Yıllıkları’nın editörü Arnold Ruge’nin, Fransız Sosyalist Pierre Proudhon’un, Gerçek Sosyalistler Moses Hess ve ütopyacı Wilhelm Weitling’in de aralarında bulunduğu birçok karakteri tanıyoruz.
Her ne kadar diyaloglar çoğunlukla orijinal kaynaklara dayansa da tartışmaların ne hakkında olduğunu anlamak çoğu zaman güç. Buna neden olan şeylerden biri eylemin dramatik boyutu. Film, henüz 30 yaşına basmamış iki ana kahramanın hayatlarını aşk, doğum, hovardalık, maddi üzüntüler, ebeveynlerle yaşanan çatışmalar gibi olabildiğince geniş bir konu çerçevesinden ele alıyor. Peck’in hedefi Marx’ın “sakallı yaşlı adam” imajını bir kenarıya koyup “muhteşem üçlünün (Marx, Engels ve Burns) burjuva demokrasisi devrimi zamanı sansürden ezilen Avrupa’da yaptıklarını” anlatmak.
Bu nedenle filmin politik içeriği genelde belirsiz kalıyor. Seyirci bir konuyu tam olarak anlamadan film bir sonraki konuya geçiyor. Bu noktada filmin temposu biraz daha yavaş olsa daha güzel olabilirdi. Gene de film, iki kere izlemeye değecek muhteşem bir yapım.
Geniş bir zaman diliminde gerçekleşen süreçlerin tek bir olaya indirgenmesi de problemler oluşturmuş. Bu dramatik açıdan bakıldığında kabul edilebilir fakat filmin içeriğini sığlaştıran bir durum olduğunu da söylemek gerekiyor.
Gerçek hayatta Marx ve Engels birbirlerini uzun süredir tanıyan insanlardı. Engels Marx’ı Köln’de, hala Rheinische Zeitung bünyesinde çalışırken tanımaktaydı, hatta Engels de bu gazete için yazılar kaleme almıştır. İlk buluşmaları biraz soğuk geçmişti çünkü o dönemde Marx Genç Hegelciler ile tüm bağlarını kopartmışken Engels akımın hala bir destekçisiydi. Yine de arkadaşlıkları Paris’de ömür boyu sürecek bir dostluğa evrilmeden önce de ikili birbirlerini tanıyor ve birbirlerinin yaptıklarını takdir ediyorlardı.
Fakat filmde (kazara Berlin’de karşılaşmaları dışında) Marx ve Engels Paris’de, Arnold Ruge’nin apartmanında karşılaşıyorlar, birbirlerine küfür etme yarışına giriyorlar, daha sonra birbirlerini övme yarışı yapıyorlar ve en sonunda dostluklarını satranç ve bol bol alkol ile -bir gün içerisinde- pekiştiriyorlar. Bu çok yapay ve güvensiz duruyor.
Bir sonraki sahne ise çok daha boş. İkili sarhoş bir şekilde Paris sokaklarında dolaşırken Marx bir kenar mahallede kusuyor ve daha sonra şöyle diyor; “Sanırım bir şeyi anladım. Filozoflar dünyayı yalnızca yorumladı, hem de birçok farklı şekilde. Ama asıl olay onu değiştirebilmekte.” Bu, filmin en kötü sahnesi.
Aslına bakılırsa Marx’ın “Feuerbach Üzerine Tezler” adlı, eserinin 11 numaralı tezinden yapılan bu alıntı tarihsel-materyalist bakış açısının genişletilmesinde kat edilmiş büyük bir gelişmeyi temsil etmektedir. Hegel’in idealizmini ve Genç Hegelciler grubunu terk eden Marx ve Engels, Ludwig Feuerbach’ın materyalizmini benimsemişlerdi. Fakat Feuerbach’ın materyalizmi pasif ve dalgındı çünkü Marx’ın dediği üzere Feuerbach “devrimci ve pratik-eleştirel etkinliğin önemini” anlamamıştı.
Sahnede gösterilenin aksine Marx’a göre olay değişen dünyayı yorumlamanın karşısına onu değiştirmeyi koymakta ve körcesine bir aktivizm yaratmakta değildi. Marx, bunun yerine dünyayı insan pratiğini işin içine dahil ederek iyice anlamanın ve daha sonrasında onu bilinçli şekilde değiştirmenin önemini vurgulamaktadır.
Adalet İçin Birlik
Filmin son kısmı Marx ve Engels’in Adalet İçin Birlik örgütündeki çalışmalarını konu alıyor. Filme göre ikili daha o zamanlardan beri uluslararası bir işçi partisi kurmak için çok uğraşmışlar. İkili, Brüksel’de birkaç ülke ile bağlantı kurabildikleri Komünist Haberleşme Komitesi’ni kurdular. Daha sonra, 1847 yılında, 1836’da sürgün edilmiş Alman işçi ve terziler tarafından kurulmuş Adalet İçin Birlik Örgütü’ne katıldılar. Örgüt politik ve sosyal bir devrim mesajını yaymaktaydı ve birkaç ülkede benzerleri vardı.
Marx ve Engels, Adalet İçin Birlik Örgütü’nün temelini, üzerinde iyi çalışılmış bilimsel bir programa oturtmaya uğraştılar. Bu, Örgüt içerisinde hatrı sayılır etkisi olan düşük seviye burjuva etkisine karşı girişilecek zorlu bir mücadele demekti. Film o dönemde örgüt içerisinde yaşanan tartışmaları büyük bir şiddetle tekrar yapılandırıyor. Burada da tartışmanın şiddeti bazen izleyiciyi tartışılan konunun kendisinden uzaklaştırıyor.
Marx’ın Proudhon ile olan zıtlaşmaları birkaç sahnede yer almış. Filmin başlarında Karl ve Jenny Marx Paris’de ünlü bir orta-sınıf sosyalisti ve Anarşizm’in öncülerinden olan Proudhon’un konuştuğu bir bankete katılıyorlar. Marx, Proudhon’un meşhur “Mülkiyet hırsızlıktır” sözünü eleştiriyor ve Jenny bu söz için “olduğu yerde saymak” diyerek dalga geçiyor. Eğer mülkiyet hırsızlıksa hırsızlık nedir peki, mülkiyetin suistimal edilmesi mi?
Yine de Proudhon’la aralarındak ilişki genel olarak arkadaşça kalmıştır. Fakat Proudhon 1846’da Fakirliğin Felsefesi adlı eserini yayınladığında Marx bu kitap için Felsefenin Fakirliği adlı bir reddiye kaleme almıştır. Bu kitap Proudhon’un teorilerini çökertip hepsine birer cevap geliştirirken aynı zamanda tarihsel materyalizmin ilk sistematik temsili olma özelliğini de taşıyor.
Filmde ikilinin bir terzi olan ve Adalet İçin Birlik Örgütü’nün kuruluşunda önemli rol oynamış Wilhelm Weitling ile polemiklerine de geniş yer ayrılmış. Weitling her ne kadar bir komünist olsa da komünizmin ütopyacı yöntemlerle sağlanabileceğini savunuyordu. Marx ve Engels, Weitling’i işçi sınıfının bilimsel bir teoriye ihtiyaç duyduğuna ve sadece ahlak ile hislere dayanan bir propagandanın işe yaramayacağına ikna etmeye çalışmıştır.
Sonunda bu çatışma açık bir kırılma olarak kalıyor. Weitling’in bir toplantıda “Yüz bin silahı proleterin kırk bin suçlunun yardımıyla burjuvazinin tiranlığını gayet de bitirebileceği”ni söylemesine Marx şöyle cevap verir: “İşçileri önlerine yapılandırmacı bir doktrin koymadan harekete geçirmeye çalışmak bir yanda vahiy almış bir peygamberin, diğer yanda da yarım akıllı bir kitlenin oynadığı adice ve küstahça bir oyun olur.”
Bu söze çok içerleyen Weitling karşılık olarak “kendisinin naçizane mücadelesinin dava için insanların acılarını görmekten aciz salon doktrinlerinden çok daha değerli olduğunun kanıtı olan” binlerce mektubu işaret eder. Marx, sinirli bir şekilde bağırarak karşılık verir: “Cehalet kimsenin işine hiçbir zaman yaramaz!”
Weitling son olarak şunu söyler ve toplantı odasından ayrılır: “Giyotinin ilk kurbanı ben olacağım. Benden sonraki kurban sen olacaksın. Senden sonra da arkadaşlarının sırası gelecek. Kendi boynunuzu kendiniz kesmiş olacaksınız. Eleştiri var olan her şeyi yok eder. Ortada hiçbir şey kalmayınca da kendini yok eder.”
Bu sahne biraz muğlak kalıyor. Bu söz Marx’ın programsal ve teorik netlik sağlamak için uğraşmasına bir eleştiri olabilir. Peck, filminden de anlaşılacağı üzere Marksizm’in Stalinizm’in suçlarından sorumlu tutanlarla aynı fikri kesinlikle paylaşmıyor. Fakat kendisi film hakkında yaptığı bir yorumda “Marksizm” de dahil olmak üzere hiçbir dogmaya güvenmediğini söylüyor, fakat Marksizm derken neyi kastettiğini açıklamıyor.
Ayrıca filmin bitişinde arkada Bob Dylan’dan bir parça çalarken son 100 yılın facialarının, önemli olaylarının ve önemli figürlerinin resimlerinin geçtiği sekans çarpıcı olmuş. Ché Guevera’nın, Patrice Lumumba’nın ve Occupy hareketinin resimleri kullanılmış fakat Lenin’e, Trotsky’e veya Ekim Devrimi’ne dair hiç fotoğraf yok. Peck bunu yaparak aslında Marx’ın filmde de açıkça gösterildiği şekilde aleyhine mücadele ettiği düşük sınıf burjuvazisi poltikalarına uygun bir hareket yapmış.
Haiti doğumlu olan Raoul Peck’in çocukluğu Zaire’de (bugünkü adıyla Kongo), ABD’de ve Fransa’da geçti ve Berlin’de eğitim gördü. Politik duruşu ise Marksizm’den çok anti-emperyalist milliyetçi hareketlere daha yakın olmuştur. Peck’in en çok bilinen iki filminden birincisi bağımsız Kongo’nun ilk başbakanı olan ve CIA tarafından öldürülen (Peck çocukluğunda bu olayların yakın şahidi olmuştur) Patrice Lumumba’yı konu almaktadır. Peck, aynı zamanda 1996 – 1997 yılları arasında Haiti’nin kültür bakanlığı görevini de üstlenmiştir.
Peck’in ortağı olan yazar Pascal Bonitzer de Fransız “sol” sineması ile uzun bir geçmişe sahiptir. Bonitzer, Fransız sol sinemasının 70’li yılların başında geçirdiği Maoist, post-yapısalcı döneminde çekilen Cahiers du Cinema adlı film dergisinde önemli bir rol oynamıştır.
Buradan çıkarılabilir ki filmin zayıf yönü yalnızca kompleks teorik tartışmaları iki saate sığdırmaya çalışmasının bir sonucu değil, filmin yapımcılarının Marx hakkındaki bazı çekinceleri de etkili.
Fakat bu, filmin sonuna etki etmemektedir. Marx ve Engels Adalet İçin Birlik örgütü 1847’de Komünist Birlik Örgütü’ne evrildiğinde büyük bir başarı elde ettiler. Örgütün “Bütün insanlar kardeştir” olan sloganı da “Dünyanın tüm işçileri; birleşin!” olarak değiştirildi. Komünist Birlik’in ikinci kongresi ABD’de dahil 30 ülkeden gelen temsilciler ile gerçekleştirildi ve bu kongrede Marx ile Engels’e birliğin programı niteliğini taşıyacak “Komünist Manifesto”yu yazma görevi verildi.
Film Marx, Engels ve Jenny’nin Komünist Manifesto üzerindeki hummalı çalışmalarını, bu önemli tarihsel belgeden bazı bölümleri de sesli okuyarak aktarıyor.